Sevdalılar’a…

Paylaş

Ömür geçip gidiyor.

Hatırlanmak güzel…

Saygıyla anılmak değerli…

Keşke demek geliyor içimden…

Keşke!!!İstediklerimizin tamamını yaparak dünyaya veda edebilsek…

Keşke…

Severek, sevilerek…

Şarkılar söyleyerek, maçlar seyrederek, oyunlar oynayarak, ihtiyaç duyduğumuz anlarda, gerekiyorsa tutkularımıza esir olarak yaşayabilsek…

İki ay önce kaybettiğimiz Ağabeyim, yaşamı boyunca, yaşadığı anın felsefesini de yaptı. Dolu dolu yaşamaya da özen gösterdi.

Hep çalıştı, sürekli okurdu, hiç boş durmadı ve aklını da tutkularına bağlı kalarak kullandı.

İnsan tutkuyla bağlandığı hiçbir şeyi bir kenara atmamalı…

Fırlatıp atması için de, onu hiç kimse zorlamamalı…

Birçok insanın dostu, hocamız Yılmaz Anarat’ı 9 Kasım’da kaybettik.

Hani halk arasında söylenir ya!

Ölüm, gideni götürür, kalanı da yok olmanın kenarına kadar getirir.

Çok zamanlı zamansız ayrılıklar gibi bu veda da acının ve hüznün katmerlisini sevenlerine yaşattı.

Sadece ailesi değil tanıyan herkes yutkundu ve gözyaşlarına hakim olamadı.

Hepimiz biliyoruz…

Sevilen, sayılanlar asla unutulmazlar…

Bu yazımda bir değer olarak anılarımıza kazınan hocamın, sevdalı olduğu şeylerden, tutkularından bahsedeceğim.

Niyetim, “tutkular vardır insanı yaşama bağlar” deyişinin doğruluğunu ispatlamak falan da değil.

Değerlilere haklarını verelim yeterli…

Hocam;

Türk Sanat Müziğini çok severdi.

Bazı enstrümanları kendine yakıştırır, eline alır ve edalı, işveli tavırla çok da güzel çalardı.

Sesi güzeldi.

Seçiciydi, yüreğine hitap eden her makamdan, her şarkıyı duygulu okurdu.

Alkışla da ödüllendirilirdi.

Herkesin gönlüne girmek isterdi ve başarırdı.

Gönüllere yerleşmek zor iştir.

Herkes, sever sayar layık olanı…

Tabiatiyle, dostları da onu hep motive ettiler, desteklediler.

Can ağabeyim, mükemmel insan ve çok iyi bir eğitimciydi.

Örnek aldığımız öğretmenlerdendi.

Öğrencilerine bir baba gibi yaklaşırdı.

Onların dinleneceği eğleneceği saati de, derse katılımcı olacağı zamanı da çok iyi bilirdi.

En önemli konuyu dinlendirerek, eğlendirerek, eğiterek anlatırdı. Öğrenirdik…

Öğrencileri onu ders anlatırken hayran hayran dinlerdi, izlerdi.

Öğretmen arkadaşlarıyla buluşmalarında, herkesi sohbeti ile doyurur, düşündürür, şenlendirir ve dinlendirirdi.

Dostları, kendisine teşvik edici davranırlardı. Destekleyici özellikte de katkı sunarlardı…

Çok koyu hatta fanatik bir Galatasaraylıydı.

Her pozisyondan aşırı etkilendiğini hissettirirdi, çevresindekileri de etkilerdi.

Hastaydı Cimbom’a…

Fıtığını şişirecek derecede Sarı Kırmızı renklere tutkuluydu.

Eşi Oya ablam da, oğlu Emre de, “çoğu zaman ben de dahil olmuşumdur” bu denli gergin ve hoplamalı, zıplamalı maç izlemesine tanık olduk. Onu çok eleştirdik.

“Sağlığına zarar veriyor” diye kendisini uyarırdık.

Ama o hiç vazgeçmedi.

Sevdalı olduğu renklerin hemen hemen her maçını kendini yere atarak, havaya sıçrayarak seyretti.

Helal olsun iyi ki ağız tadıyla sevmiş takımını ve gönülden Re Re Re Ra Ra Ra Galatasaray Galatasaray Cim Bom Bom diye bağırmış ve sonuna kadar da candan desteklemiş.

Ha! Ağabeyim, bir de briç oynamayı severdi dersem haksızlık ederim.

Briç’e aşırıya kaçacak derecede tutkuluydu. Kulüpte, kıraathanede, lokalde, ev sohbetlerinde ya da bilgisayar başında gününün en az üçte birlik bölümünü, düzeyli, nezih bu iskambil oyununa ve dostlarına ayıracak derecede sevdalıydı.

Olan oldu, giden gitti.

Geride kalanlar ise!

21 Aralık tarihinde, yaklaşık 40 yıldır yaşam sürdürdükleri Tekirdağ’da, briçe sevdalı arkadaşları, kardeşleri, özü can dostları onu anmak Briç turnuvası düzenlediler.

Güzel Ağabeyimi en sevdiği oyunla, saatlerce briç oynayarak andılar.

Anarat’lar, turnuvayı izlediler.

İnanıyorum, Yılmaz hocam oralardaydı, hissediyorum masa masa da dolaştı.

Ödül törenine gelindi.

“Yılmaz yine mi briç” ile başlayan, hayıflanan ve “yemek vakti” diyerek çağrıda bulunan off diyen ablamın, tamam Oyalı diye cevap aldığı günler geldi aklına ve gözünün önünden geçiverdi…

Çok duygulandı….

Geceden yazdıklarını okumaya başladı.

“Siz, Yılmaz’ımın Güzel Arkadaşları

Bu anma törenini eşime lâyık gördüğünüz için teşekkür ederim.

Yılmazım, beni sevdiği kadar briç oynamayı da severdi.

En ağrılı gecelerine, briç oynayarak dayandı desem yalan olmaz.

Ben halâ onun sizlerle, burada oyun oynadığını, akşam olunca evimize geleceğini hayâl ederek yaşıyorum.

İyi ki varsınız. “

Bir an bile terk etmedi sevdalarını, Ağabeyim…

Helâl olsun.

Yaşamının sonuna dek ya GOL, OFSAYT dedi ya da ÜÇ SANZATU ile oyun bağladı. Kontur da attığı Sür’ü de yediği zamanlar oldu.

Hep heyecanlıydı.

Çok zevk alarak vakit eyledi.

Otomobil kullanırken vites yükseltmeyi sevmezdi ama kendisini cezbeden iki oyunda da sesini doruklara duyururdu.

Oynarken, seyrederken büyük haz duyardı ve keyif alırdı.

Artık bizlere onun sevdiği şarkıları  söylemek düşüyor.

Haydi birlikte, Güftesi Enis Behiç Koryürek’e, bestesi Erol Sayan’a ait olan

Rast makamındaki şarkıyı mırıldanalım.

Geçsin günler, haftalar aylar, mevsimler, yıllar zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın

Sen gözlerimde bir renk kulaklarımda bir ses ve içimde bir nefes olarak kalacaksın…

Lütfen yağışlı ve soğuk günlerde sağlığımıza dikkat edelim.

Yeni bir yıla da mutlu ve huzurlu girelim.

Tutkularımız hiç kaybolmasın.

Yüreklerimize de yön versin…

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir