Her yıl 3 Mayıs, basın özgürlüğünün temel ilkelerini kutlamak, dünya çapında basın özgürlüğünü değerlendirmek, medyayı bağımsızlıklarına yönelik saldırılardan korumak ve mesleklerini icra ederken hayatlarını kaybeden gazetecilere saygı göstermek için kutlanan bir gündür.
Tüm Basın emekçilerini kutluyor, bu uğurda can veren büyük değerleri rahmet ve şükranla anıyorum…
Türkiye’m, Basın Özgürlüğünde 158 inci basamağa yükselmiş!
“Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün hazırladığı 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke içerisinde 158’inci sırada yer alarak, sıralamada bir önceki yıla göre gelişme gösterdi. Fakat RSF’ye göre bu basın özgürlüğünün iyiye gittiğinin bir işareti değil, çünkü Türkiye durumun ‘çok vahim’ olduğu ülkeler kategorisinde yer almaya devam etti” diye yazıyor gazetelerdeki haber…
Çok üzücü bir durum…
Yazan, konuşan eleştiri de alır, övgü de!
Gazeteler, evrensel değerlere bağlı olarak mücadele veren, demokratik yaşama da en büyük katkıyı sunan kuruluşlardır. Ailedir, okuldur…
Eğitim veren, öğreten, öğrenmemizi kolaylaştıran, toplumun önemli birimlerindendir.
Gazeteci aslında bir öğretmen kutsallığında görevini yapandır. Tarafsızdır. Hızlı düşünen ve hırslı yazan kişi olarak tanımlanır.
Çocukluğumdan itibaren evimize giren, önüme gelen her gazeteyi “saygıyla” elime aldım, her sayfayı da kendimi şartlandırmadan, zihnime pranga vurmadan, dolu bir yürekle çevirdim.
Bugüne dek, ilkeli ve seviyeli yazan her gazeteciyi, “özellikle özgürce yazanları” beğeniyle okudum, alkışladım.
Kalemiyle, kağıdıyla, daktilosuyla, harfiyle, kelimesiyle, cümlesiyle, içinden geldiği gibi doğru ve dürüstçe yazan gazetecileri hayranlıkla takip ettim yıllar boyu…
İslam Çupi ağabeyimin her yazısını bir filozofun verdiği tatla okudum.
Keza amcam Necmi Tanyolaç’ı da…
İki güzel insanı çok okurdum.
Okuma alışkanlığımı kazandığımda, yazmanın önemini kavradım sayelerinde…
Onları okuyarak geliştiğimin bilincindeyim.
Basın dünyasında, yıllarca ülkemizin sınıf atlaması için mücadele veren ve hunharca işlenen cinayetler sonucunda aramızdan kopup giden, iki gazetecimizden bahsedeceğim bugün…
Uğur Mumcu’nun gazetecilik hakkında sözlerini asla unutmadım.
Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz diye başlardı.
Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına en çabuk ulaşan ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve haberleri okurlara sunan insan demektir derdi.
Gazetecinin bu görevini yapabilmesi için habere, olaya, olguya, belgeye ve bilgiye dayalı yazılar yazması gerekir diyerek gazetecilik etiğine parmak basardı.
Bunun için de, gazetecinin güvenilir kişi olması zorunluluğunu vurgulardı.
Yazı, söyleşi ve röportajlarında sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükûmetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir derken, bir gazetecide olması gereken erdemlerin de altını çizerdi.
Abdi İpekçi’nin gazetecilik hakkında yazdığı yazılarından, söylediği sözlerinden örnekler sunmak durumundayım.
Gazeteci edebiyatçı değildir diyerek, toplumdaki yanlış anlamanın önüne peşinen geçerdi. Röportajlarımızda bir sanatçı yazarın anlatım ustalığını bulamayacaksınız diye açıklama yapar, detay verirdi.
Gazeteci tarihçi de değildir diyerek, olayları geniş bir zaman perspektifi ile incelemesini ve yorumlamasını, gazeteciden beklemeyin uyarısında bulunurdu.
Gazeteci, gerçekleri yaşandığı an içinde aktarmayı başarmalıdır diye genç kardeşlerini yönlendirirdi.
Ayrıca okurların gazeteciden istedikleri, bekledikleri başka bir şeylerin de olduğunu meslektaşlarına duyurur, ileri görüşlü olmalarıyla ilgili telkinde bulunurdu.
Öldürülen, cezaevlerinde tutsak olan gazeteciler doğru bildiklerini yazdıkları için bu tatsız sonları yaşadılar.
Ben gazeteciyim diyorsun, toplantıya giremiyorsun, gösteriye tanıklık edemiyorsun…
Ya tartaklanıyor, ya gözaltına alınıyor ya da tutuklanıyorsun.
İlginç belgeli ve bilgili yazan ve konuşanlara ev hapsi ya da hapis cezası verilebimekte!
Ülkemizde Abdi İpekçi’ler Uğur Mumcu’lar öldürüldü.
Birazcık eskilere götüreceğim sizleri ve yazımı da noktalayacağım.
Sabahattin Ali’nin gazetecilik hakkındaki söylediklerini, tarihimize kazınmış sözlerini aktaracağım.
“Ey cılız bir kalemden dile gelen hakikat.
Sen devleri bile korkutacak kadar mı korkunçsun…
Markopaşa meğer ne büyük bir kuvvetmiş.
Biz onlardan, onlar bizden korkuyor. Korku dağları beklermiş, şimdi matbaaları bekliyor. Hiçbir matbaa Markopaşa’yı basmıyor. Muharirleri nezaret altına alınır, mahkemeye verilir. Tehdit edilir. Sözüm ona rekabet maksadıyla sürülerek mizah gazetesi çıkarılır.
Hayatımızı, halka hakikatleri anlatmak yolunda harcıyoruz”
Ve; Yaşar Kemal ile bitiriyorum.
Ne güzel de ifade etmiş…
Basın zanaat değil sanattır, yaratıcılıktır, dirençtir.
Basın hiçbir çıkarın yanında olmamalıdır, kendi çıkarı olsa bile.
İşte basının özgür olması budur.
Sağlık ve esenlik dolu günler diliyorum.
Not: Bir gün sizlere, “Sabahattin Ali/ Markopaşa” köşe yazımı mutlaka yazacağım.