Tarih boyunca toplulukların yer değiştirmesinde en önemli etkenlerden biri tarım ve gıdaya erişim olmuştur. Kıtlık yaşayan, hayvanlarını besleyemeyen, toprağından yeterli verim alamayan insanlar daha bereketli topraklara göç etmişlerdir. Bugün de değişen pek bir şey yok. Göçlerin sebebi savaşlar da olsa, arka planında yine gıda güvenliği yatıyor. Suriye’den, Ukrayna’dan yaşanan kitlesel göçlerin hem nedeninde hem sonucunda gıda kriziyle karşılaşıyoruz. İşte bu yüzden tarımı “stratejik sektör” olarak görmek, sadece bir temenni değil, bir zorunluluktur.
Gelelim bugüne… Türkiye gibi tarımsal potansiyeli yüksek bir ülkede dahi ithalat konuşuluyor, konuşulmakla da kalmıyor, fiilen yapılıyor. Neden? Çünkü üretimdeki aksamalar. Örneğin; bu yıl yaşanan zirai don ve iklimsel dalgalanmalar… Bu tablo doğrudan ürün arzını etkiliyor. Bu da fiyatları yükseltiyor. Devlet, fiyat istikrarını sağlamak için ithalatı bir çözüm olarak devreye sokuyor. Örneğin mısırda 3 milyon tonluk ithalat için vergi sıfıra indirildi. Oysa Türkiye’nin yıllık mısır ihtiyacı yaklaşık 12 milyon ton. İthalatla karşılanmak istenen miktar ihtiyacın dörtte biri. Ancak böyle büyük bir ithalatı planlamak için önceden bağlantıların kurulmuş olması gerek. Aksi hâlde fiyatlar sadece iç piyasada değil, dış piyasada da yükselir. Şu anda da durum bu. Kazanç ise ithalatçı ülkenin üreticisine, aracısına gidiyor.
Burada akla gelen bir başka konu da ithalatın niteliği: Türkiye’de GDO’lu ürünlerin gıda olarak kullanımı yasak. Ancak yem ve sanayi üretiminde kullanmak üzere GDO’lu mısır ithalatına izin veriliyor. Peki, bu mısır gerçekten sadece sanayi ve yem amaçlı mı kullanılıyor? Denetim mekanizmalarındaki eksiklikler ve şeffaflık sorunu bu konuda ciddi soru işaretleri yaratıyor. Gıda zincirine karışma ihtimali kamuoyunda endişe yaratıyor. İthalatı yapan firmaların kimler olduğu, dünyanın en büyük mısır şurubu üreticilerinin bu tabloda nerede durduğu da ayrıca sorgulanmalı. Fiyat dengesini sağlamak adına yapılan düzenlemeler, bu firmalara ekstra kazanç kapısı mı açıyor?
Bir yanda yüksek maliyetlerle zararına üretim yapan Türk çiftçisi, diğer yanda sanayiye giden ve daha ucuza alınan ithal mısır. Bu tablo sürdürülebilir değil. Üretimi planlamadan, desteklemeden sadece ithalatla çözüm bulamayız. Bu yıl ithal ederiz, gelecek yıl yine… Bu, tarımda stratejik davranmak değildir.
Sonuç olarak, tarımı günübirlik kararlarla değil, uzun vadeli ve stratejik bir planlamayla ele almalıyız. Ne üreteceğimizi, ne zaman ve nasıl üreteceğimizi bilmek; ihtiyacımızı iç üretimle karşılayabileceğimiz bir sistemi inşa etmek zorundayız. Aksi hâlde dışa bağımlılığımız artar, fiyatlar da istikrarsızlık da kaçınılmaz olur.